15 Ekim 2007 Pazartesi

Sunu

O'nu tanırım.
O biraz bendim. Biraz siz. O biraz köşede simit satan çocuğun beş yıl sonrası. Biraz da bir başkası.
O belki de yoktu. Olmadı. Olamazdı. Bir düştü, bir hülya. Tatlı-sıcak bir odada, aydınlık bir masada kağıda söylediğim bir yalandı O. Kağıt üstünde kurguladığım bir dünyanın, kent sokaklarından gelmiş bir delikanlısı.
O, onun dünyası-dünyamız, dostları-dostlarımız ve belki de yaşadıkları, tanık olduklarımızdı, tanıdıklarımız.
Bir kısmı aklımın ürünüyken, bir kısmı zorla, ite-kaka "Gireceğiz, söz edeceksin, unutulmamalıyız, yazılmalı, kalmalı, kalıcılaşmalıyız!" diye haykırarak girdi, yerleşti satırların arasına. Hal böyle olunca bazılarını da, istemeseler bile ben soktum, yerleştirdim, dolaştırdım etrafında O'nun.

Şimdi "O" desem de, O'nunla "sen" diye konuştum satırlarda. Yaşamda konuşamadıklarımı, haykıramadıklarımı, söyleyemediklerimi sanki onu tanımlarmış gibi, sanki onu anlatırmış gibi sıraladım art arda.
Onun betimlenmesinde, iç hesaplaşmalarında kendinizden parça aramayın. Kim bilir? Belki de o sözler vicdanımla benim hesaplaşmalarımdır.

Hiç yorum yok: